30 Haziran 2016 Perşembe

BİLİM AHLAKI ENKAZINI RANTA DÖNÜŞTÜRMEK


Uyguladığı görmezden gelme/örtbas etme tutumuyla , bilimsel hırsızlık (intihal) başta olmak üzere her türlü bilimsel sahteciliği sıradan bir olay haline getiren YÖK sistemindek bilimsel ahlak çöküşü, sistemin işbilir sözde bilim insanları tarafından muazzam bir kirli kazanç pazarı yarattı. Pazardaki alıcı sayısı, akademik yükseltmelerin  ve son zamanlarda buna ek olarak düşük öğretim üyeleri maaşlarını yükseltmek için bulunan akademik performans formülünün bilimsel yayınların niteliği değil niceliği temelinde  işlemesi sayesinde hızla yükseliyor. Pazarda kolayca müşteri bulan malın ne olduğu malum, sahte konferans ve 20 gün de yayınlama sözü vermek gibi ahlak sınırlarını zorlayan bilimsel  dergiler [1]. Bazı mallara verilmeye başlayan  TÜBİTAK desteği ise pazarın cazibesini daha da arttırmaktadır [2].

Bu güne kadarki deneyimler ve yaşanan gerçekler YÖK’ün, yerlerde sürünen bu bilim ahlakı düzenini  değiştireceğine dair en küçük bir umut vermiyor. YÖK her ne kadar hazırladığı ve parlamentoya sunulan yasa tasarısında [3], bilim etiği ihlallerini ve bunlara verilecek cezaların ne olduğunu açık bir şekilde tanımlamasına ve  intihalin yaptırımı olarak “üniversite öğretim mesleğinden çıkarma” cezasının yeniden getirmesine karşın, tasarıda bilimsel sahtecilikler için söz konusu olmaması gereken zaman aşımı maddelerinin bulunması ,uygulamada yine örtbas etme ve görmezden gelme  taktiğinin devam edeceğini işaretleri olarak karşımıza çıkıyor.

İster üniversite öğretim mesleğinden, ister kamu görevinden çıkarma cezası olsun bilimsel hırsızlık suçu için böylesi ağır yaptırımların ardında  yatan amaç "caydırıcılık"tır. Ancak bir cezanın caydırıcılığı her şeyden önce “örtbas etme” yi dışlayan, yandaşlık kaygılarından arınmış, tarafsız bir soruşturma yapılıp yapılmamasına bağlıdır. Açıkçası ceza var ama, hırsızlık örtbas edilip uygulanmıyorsa caydırıcılık yoktur. Sonuçta akademik ahlak yoksunluğu azalacağına daha da artar. Öyle ki  ortalık bu ahlaki çöküntüyü, müşteri bulmakta hiç bir zorlukla karşılaşmadan ranta dönüştüren sahte bilimsel kongre, dergi ve sahte tez pazarlarından geçilmez olur.

YÖK’den umudunu kesen bazıları ise  bilim ahlakının kurtulması adına bu pazarda  “bağımsız bir Ulusal Bilim Etiği Kurulu” kurulması için imza masası açmaya kalkarlar. Ancak, 6 aydır kurulu olan bu masaya o kadar az insan yanaşır ki on binlerce akademisyenin dolaştığı pazarda imza sayısı başlangıçta atılan imzalarla 500’e bile ulaşmaz [4].

Kayhan Kantarlı


Kaynaklar:



CHP, ÜNİVERSİTE ÖZERKLİĞİ VE BİLİM ETİĞİ

CHP'Lİ  MİLLİ EĞİTİM KOMİSYONU ÜYELERİNİN GÖREV ANLAYIŞI 

MİLLİ EĞİTİM KOMİSYONU’NDA KABUL EDİLEN TORBA YASANIN  ÖĞRETİM ÜYELERİNİ TAMAMEN SUSTURMA AMAÇLI MADDELERİNE KOMİSYONDAKİ CHP'Lİ ÜYELERİN HİÇ BİRİ İTİRAZ ETMEDİ !

CHP'Lİ ÜYELERİN, YÖK BAŞKANINI HEM SAVCI HEM YARGIÇ YETKİLERİ İLE DONATAN VE BİLİM HIRSIZLIĞINI CEZALANDIRILAMAZ DURUMA GETİREN MADDELERİN GÖRÜŞÜLMESİ SIRASINDA BU MADDLERİ ELEŞTİREN VE TASARIDAN ÇIKARILMASINI TALEP EDEN TEK BİR SÖZ BİLE SÖYLEMEDİKLERİ ORTAYA ÇIKTI (*)

Milli Eğitim Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmündeki Kararname ile çıraklık eğitimi ve staj altyapısının güçlendirilmesinden, YÖK ve ÖSYM Başkanlığına ilişkin değişikliğe kadar çok sayıda düzenleme içeren torba yasa tasarısı önceki gün TBMM Milli Eğitim Komisyonu’nda kabul edildi.

Tasarının ifade özgürlüğü ve bilim etiği bağlamında üniversite çalışanlarını ilgilendiren en önemli maddeleri disiplin mevzuatında değişiklik yapan 27 ve 28.maddelerdi. Öğretim elemanlarının gerek, toplumsal sorumlulukları, gerek üniversite özerkliği ve gerekse Anayasa ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinden kaynaklanan düşünce açıklama ve ifade özgürlükleri, tasarıda yer alan söz konusu disiplin maddeleriyle kullanılamaz hale getiriliyor ve bu baskıyı garanti altına almak için de YÖK Başkanına hem savcı hem yargıç olmasını sağlayan hukuk dışı yetkiler veriliyordu. Tasarının bir başka sakat yanı ise üniversite öğretim mesleğinden çıkarma cezası gerektiren intihal eylemini, istenirse bu cezanın uygulanmasını olanaksız kılacak ve intihalin cezasız kalmasını sağlayacak şekilde tanımlamış olmasıydı (bağlantıdaki basın açıklamasına bakınız: http://kayhankantarli.blogspot.com.tr/2016/06/yok-disiplin-yasa-tasarisi-hakkinda_30.html). 

Bu durum karşısında üniversite özerkliği ile düşünce ve ifade özgürlüğünü, hukukun üstünlüğünü ve akademik etik değerleri savunan bir partinin yapması gereken şey komisyon çalışmalarından başlayarak tüm yasalaşma süreci boyunca tasarıya şiddetle karşı çıkıp, kamuoyu oluşturmak ve yasalaşmasını önlemeye çalışmaktı. Bu günkü TBMM yapısında bu görevi yapacak olan ise CHP milletvekilleriydi.

Ancak aşağıda bağlantısı verilen toplantı tutanaklarından anlaşılacağı gibi (*), söz konusu torba yasa tasarısının, öğretim elemanları disiplin mevzuatında önemli değişiklikler yaparak, YÖK Başkanı’na hem yargıç hem de savcı yetkisi veren ve bilim hırsızlığını cezalandırılamaz hale getiren 27 ve 28. maddeleri Milli Eğitim Komisyon’unda görüşülmesi sırasında, CHP li üyelerin hiçbiri ne bir eleştiride bulunmuş ve ne de söz konusu hükümlerin tasarıdan çıkarılmasını talep etmiştir. Sonuçta söz konusu maddeler hiçbir sorun çıkmadan kabul edilmiştir.
Bu durum, CHP nin savunduğu geleneksel ilkelere aykırı olup Kılıçdaroğlu yönetimindeki (Y)CHP’nin, ülkeyi eşi görülmemiş bir baskının eşliğinde karanlığa sürükleyen iktidar partisinin önünü açmaktan başka bir işlevi olmadığının çok net ve açık bir kanıtıdır.

CHP ve Milli Eğitim Komisyonu’nda görevlendirdiği milletvekillerinin, öğretim elemanlarının disiplin mevzuatını yeniden düzenleyen yasa tasarısının üniversite özerkliği ve bilim etiğine nasıl bir darbe indirdiğinin farkında olmadıkları anlaşılmaktadır.

Bu skandala ne sayın Kılıçdaroğlu, ne de söz konusu üyeler kabul edilebilecek bir açıklama getiremez. Böyle bir durumda ise sorumluların ne yapacağı bellidir…tabii ki siyasi etiğe değer veren gerçek sol partilerde.

Yazık çok yazık…ülkeye de, üniversitelere de CHP ye de….

Kayhan Kantarlı

EÜ Emekli Öğretim Üyesi

e-posta: kayhankantarli@gmail.com

(*) Komisyon tutanakları

1) 27 ve 28. maddelerin görüşüldüğü 27 Haziran tarihli Komisyon Tutanağı; 

2) Görüşmelerin tamamlandığı 28 haziran tarihli komisyon tutanağı: 


YÖK DİSİPLİN YASA TASARISI HAKKINDA BASIN AÇIKLAMASI :


1) YÖK BAŞKANINA HEM SAVCI HEM YARGIÇ YETKİSİ

TBMM’ne sunulan ve bu günlerde Milli Eğitim Komisyon’unda görüşülmekte olan yasa tasarısı (*) ile, üniversite öğretim elemanlarına ilişkin disiplin mevzuatında yaptığı değişiklikle üniversite özerkliğine öldürücü bir son darbe indirilmesi söz konusudur.

(*) “Milli Eğitim Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı

Önceki YÖK yasasının 53. maddesinde yer alan disiplin mevzuatı hükümlerinin Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmesiyle doğan yasal boşluğun doldurulması amacıyla yapılan yeni düzenleme fırsat bilinerek, YÖK Başkanına hem savcı hem de yargıç olmasını sağlayacak  hukuk dışı yetkiler verilmektedir. YÖK Yasasınının önceki halinde yer alan 53/a maddesine göre YÖK Başkanı,  Yükseköğretim Kurulu üyeleri ile üniversite rektörlerinin disiplin amiriydi. Yeni tasarı bu maddede yaptığı değişiklikle YÖK başkanına ayrıca  tüm  öğretim elemanlarının da disiplin amiri olma yetkisi tanımaktadır.

Tasarıdaki  53/Ç maddesinin (e) bendine göre ,  YÖK başkanı  uyarma cezası gerektirenler dışında daha üstteki tüm cezalara ilişkin bir disiplin suçu işlediği öne sürülen öğretim üyesi hakkında doğrudan soruşturma açabilecek,  eğer o öğretim üyesi hakkında üniversitesi (rektör ya da dekan) bir soruşturma başlatmışsa, soruşturma raporu dosya ile birlikte doğrudan YÖK başkanlığına gönderilecek ve bu kapsamda yapılan soruşturmalar sonucunda kınama cezası YÖK başkanınca,  kademe ilerlemesinin durdurulması veya birden fazla ücretten kesme cezası, üniversite öğretim mesleğinden çıkarma cezası ile kamu görevinden çıkarma cezası YÖK  Yüksek Disiplin Kurulunca (YÖK Genel Kurulu) verilecektir. Siyasi tercihleri yansıtan mevcut atama sisteminde Yüksek Disiplin Kurulu demek YÖK Başkanı demek olduğundan, böyle bir disiplin soruşturması usulü,  YÖK başkanının hem savcı hem yargıç durumuna getirilmesi demektir.

Tasarıda sıralı disiplin amirleri (Rektör, Dekan, Yüksekokul Müdürü) yanında ayrıca YÖK başkanına da soruşturma açma yetkisi verilmesi, YÖK’ün öğretim üyelerinin cezalandırılmasında üniversite yönetimlerine son zamanlarda duymaya başladığı güvensizliğin sonucudur. Öğretim üyesi hakkında üniversitesi (Rektör ya da Dekan) soruşturma başlatmış olsa bile, soruşturma raporu ve dosyanın üniversite bir karar vermeden YÖK Başkanlığına gönderilme zorunluluğu getirilmesi bu güvensizliğin kanıtıdır.

YÖK’ün ya da siyasi otoritenin uygulamalarını eleştiren bir öğretim üyesinin eylemini,  üniversitesi düşünce ve ifade özgürlüğü kapsamında görüp soruşturma açmaya gerek görmez ya da soruşturma açsa da,  ceza verileceği konusunda güvensizlik duyulursa,  YÖK başkanlığı derhal tasarıyla kendisine verilen olağanüstü soruşturma açma yetkisini kullanıp o öğretim üyesinin kamu görevinden çıkarılmak dahil  mutlaka cezalandırılmasını  sağlayabilecektir.
YÖK başkanlığınca yapılacak soruşturma sonucunda kınama cezası dışındaki cezaların Yüksek Disiplin Kurulu’nca verilecek olması YÖK başkanının olağanüstü yetkisini olağan kılmaz. Çünkü  siyasi tercihleri yansıtan mevcut atama sisteminde Yüksek Disiplin Kurulu demek  YÖK Başkanı demektir. Dolayısıyla bu işleyişte YÖK başkanının hem savcı hem de yargıç durumunda olacağı açıktır. 

Sonuç olarak söz konusu yasa tasarısıyla disiplin soruşturmaları için YÖK başkanına hem savcı hem de yargıç kılacak şekilde  tanınan olağanüstü yetkiler hukukun temel ilkelerine  aykırıdır. Tasarı aynen yasalaştığı takdir de üniversite özerkliği tamamen ortadan kaldırılmış ve  üniversitenin suskunluğu uzun yıllar değiştirelemez şekilde pekişmiş olacaktır. Üniversitesi susturulan bir ülkenin gideceği yer ise ortaçağ karanlığından başka bir şey değildir.

2)TASARIDAKİ İNTİHAL TANIMI BİLİMSEL HIRSIZLIĞIN CEZALANDIRILMASINI OLANAKSIZ KILACAKTIR. 

İntihal (bilim hırsızlığı), önceki disiplin mevzuatında olduğu gibi yeni tasarıda da en ağır ve onur yüz kızartıcı  suç olarak yer almış ve cezası da olması gerektiği gibi “üniversite öğretim mesleğinden çıkarılmak” olarak belirlenmiştir. Ancak,  Üniversite öğretim mesleğinden çıkarılmayı gerektiren fiil tasarının 27/b/5 maddesinde öyle bir tanımlanmıştır ki, intihalcilere cezadan kurtulmak için adeta bir sığınak yaratılmıştır.

Cezai yaptırımı üniversite öğretim mesleğinden  çıkarma (ya da bir ara getirildiği gibi kamu görevinden) çıkarma cezası olan intihal, Anayasa Mahkemesi’nin iptal kararı nedeniyle şu anda işlevsiz olan önceki disiplin mevzuatında evrensel bilim etiği ilkelerine uygun olarak "bir başkasının bilimsel eserinin veya çalışmasının tümünü veya bir kısmını kaynak belirtmeden kendi eseri gibi göstermek" diye tanımlamıştı.

Bu everensel tanım, disiplin mevzuatının yeniden düzenliği söz konusu yasa tasarısında değiştirilerek şu şekle sokulmuştur;
“(İntihal), kasten başkalarının özgün fikirlerini, metodlarını, verilerini veya eserlerini bilimsel kurallara uygun biçimde hiç atıf yapmadan eserin bütünü dikkate alındığında önem arz edecek şekilde kısmen veya tamamen kendi eseri gibi göstermektir”.

Önceki düzenlemelerde intihalin gerçekleşmiş sayılabilmesi  için, evrensel tanımına uygun olarak “kaynak göstermemek” dışında başka bir koşul aranmazken, tasarıyla getirilen yeni düzenlemede, intihalin gerçekleşmiş sayılması için kasten yapılmış olma yani “kaynakları bilinçli bir şekilde göstermeme” / “kasten aşırmış olma”  ve “eserin bütünü dikkate alındığında çalıntıların önem arzetmesi” gibi koşullar getirilmiş olması son derece dikkat çekicidir.

Açıkçası tasarıdaki üniversite öğretim mesleğinden çıkarma  gibi onur kırıcı ve son derece ağır bir ceza gerektiren intihal eyleminin ne olduğunu  açıklayan ifade, sanki intihali değil de intihal suçundan kurtulma ya da kurtarılma yollarını tarif etmektedir. İntihalle suçlanan bir öğretim elemanı bu tarifi uygulayıp kendisini, “sehven kaynak göstermediğini” söyleyerek, “başka eserlerden kaynak göstermeden yaptığı alıntıların çalışmasının bütünü dikkate alındığında son derece önemsiz kaldığını” ileri sürerek,  ya da yüzde yüz aşırma olan tezler ve makaleler için yapıldığı gibi, “tezimi/ makalemi başka bir eserden aldığım doğrudur, ancak  ben bunları nereden aldığımı açıkça yazdım” diyerek savunabilecek ve bu savunma ilk başkanı hakkındaki intihal suçlamasından başlayarak, 34 yıldır geleneksel olarak intihali yok göstermeye odaklanmış YÖK sistemi tarafından kabul edilip aşırmacı kolaylıkla aklanabilecektir.

“Kaynakları sehven göstermedim” diyerek aklanma olanağı sağlanması, aşırmacılara “sehven intihal sığınağı” diyebileceğimiz bir sığınak sunmak demektir. Evrensel bilim ahlakı normlarında bilimsel aşırmacılığı kasıt unsuru arayarak “sehven intihal sığınağı” içine sokmaya çalışan çarpık bir anlayışa yer yoktur. Her şeyden önce intihalin “kasten”i, “sehven”i olmaz. İntihal, yani aşırmak bilinçli bir eylemdir. Çünkü söz konusu aşırmayı yapan kişinin, aşırma yaptığı eserin bir sahibi olduğunu bilmemesi olanaksız olup aşırmacı, yazarı belli bir eserden bilerek aşırır ve bulunduğu akademik ortamda kendininmiş gibi kullanır. Girdiği evden çaldığı mücevherleri satarken yakalanan bir hırsız, mahkemede “bilmeden yanlışlıkla-sehven aldım” ya da “sahipsiz sandım, bir kastım yoktu” diyerek cezalandırılmaktan kurtulabilir mi?

Sonuç olarak söz konusu yasa tasarısında intihalin gerçekleşmiş sayılmasının “kaynak göstermemek” dışında, yukarıda açıklandığı türde etik dışı koşullara bağlanması, bir anlamda şimdiye kadarki örtbas etme yöntemlerinin  nasıl işlediğini göstermektedir. Akademik ahlaka aykırı olan bu örtbas etme yöntemleri, tasarı aynen yasalaşacak olursa disiplin mevzuatına da yazılmış olarak adeta meşrulaştırılarak eleştirilemez kılınacak ve şikayet / dava konusu yapılmasının önü kesilmiş olacaktır. YÖK düzeninin şimdiye kadar ki uygulamalarıyla katlettiği bilim ahlakının bir gün yeniden canlanıp akademik yaşamdaki yerini alması isteniyorsa tasarıdaki söz konusu koşullu intihal tanımından derhal vazgeçilmelidir.

Kamuoyunun bilgisine sunulur. Saygılarımla.

Prof. Dr. Kayhan Kantarlı
Tüm Öğretim Elemanları Derneği (TÜMÖD) İzmir temsilcisi

e-posta: kayhankantarli@gmail.com