20 Haziran 2014 Cuma

PROF. EKMELEDDİN İHSANOĞLU DARÜLFÜNUN, HALK FIRKASI VE CUMHURİYET DEVRİMLERİ

Cumhuriyet Halk Partisi  Genel  Başkanı Sayın Kemal Kılıçdaroğlu,
Laik Türkiye Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanlığı’na aday gösterdiğiniz    Prof. Dr. Ekmeleddin İhsanoğlu’nun “Atatürk devrimleriyle bir derdi olmadığını” sabah akşam söyleyip duruyorsunuz… Size mi inanalım yoksa  sayın Profesöre mi.
Prof. Dr.  Ekmeleddin İhsanoğlu Medreseler,  Darülfünun, Cumhuriyet Devrimleri ve 1933 Üniversite reformu konusunda Haber Türk Televizyonu’nda  katıldığı programda Cumhuriyet devrimleri ve partimizle ilgili olarak bakın ne diyor? (konuşmanın aslını şu video dan dinleyebilirsiniz:  http://www.youtube.com/watch?v=T_aqxh8EvY8)
"Darülfünun istiklal savaşına destek verdi, tüm öğrencileri savaşa katıldı… Bu destek sonra da devam edilyor…(hatta) İstiklal savaşı sonrası Gazi Mustafa Kemal Paşa ve İsmet Paşa'ya fahri müderrislik veriliyor (yani, o güne kadar bir sorun yok). Fakat daha sonra bu radikal reformlar, yani daha çok Halk Fırkası'nın hazırladığı dil ve tarih nazariyeleri üniversite akademik  camiasını fazla tatmin etmiyor… (muhalif) akademisyenler kıyıma uğruyor, harcanıyor, kovuluyor, ....sakallı ve  medresese çıkışlı olanlar atılıyor….Bu kıyım, ideolojiktir yani muhalifler atılıyor...
Gördüğünüz gibi programda yapımcının çanak sorularıyla yönlendirilen Prof. İhsanoğlu Atatürk devrimlerini; Devrimleri Yapan Cumhuriyet Fırkasını (CHP) ve Çağdaş üniversitenin ilk adımı olan Üniversite Reformu’nu itibarsızlaştırmaya çalışıyor.
Daha sonra konuşma, 1933 Üniversite reformu anlayışının 28 Şubat sürecinde  kendisini de vurduğu noktasına taşınarak kişiselleştirilse de, yukarıda belirtilen  sözleri Sayın Prof. Dr. Ekmeleddin İhsanoğlu’nun Cumhuriyet devrimlerine bakış açısını net bir şekilde özetliyor.
Ne diyorsunuz Sayın Kılıçdaroğlu, Genel Başkanı olduğunuz Cumhuriyet Halk Partisinin devrimcilik olan tarihsel öz görevini ne denli aşağıladığını kendi sesinden dinlediğiniz  Prof. Dr. Ekmeleddin İhsanoğlu’nu  Laik Türkiye Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanı adayı olarak göstermekte hala ısrar ediyormusunuz?
Prof. İhsanoğlu’nun üzerinde uzlaşılmış bir çatı adayı olduğunu söylemeye kalkmayın sakın. Çünkü CHP  kendisini ve dolayısıyla Cumhuriyet devrimini inkar eden hiç bir çatının altına sokulamaz.   
Bu gerçekler “kibar bir entelektüel”  örtüsüyle örtülemez. Böyle bir örtüde ısrarcı olmak sayın profesörün  Cumhuriyet Devrimleri’ne bakışı bağlamında millete yalan söylemektir.Üç gündür siz bu yalanı gözümüzün içine baka baka söylemekte bir sakınca görmediniz.  
Ama artık yeter! Bu gerçekler karşısında yapacağınız en hayırlı iş CHP Genel Başkanlığı, Milletvekilliği ve parti üyeliğinden istifa ederek CHP’ni gerçek sahibi olan halka bırakmaktır. O halk ki Cumhuriyetimizin değerlerini korumakta kararlı bir cumhurbaşkanı adayı çıkarmaya muktedirdir.
Saygılarımla
Prof. Dr. Kayhan Kantarlı
CHP Üyesi /İzmir

17 Haziran 2014 Salı

BİLİMSEL ARAŞTIRMAYA BAKANLIK MÜDAHALESİ

BİLİMSEL ARAŞTIRMAYA BAKANLIK  MÜDAHALESİ
Röportaj: Neslihan Perşembe
9 Eylül Gazetesi/16 Haziran 2014

****
Derneğimiz kurucularından ve önceki  Genel Başkanı, yurtsever ve Kemalist bilim insanı 13 Temmuz 2013 tarihinde yitirdiğimiz değerli Hocam  Prof. Dr. Alpaslan Işıklı anısına
******

Tüm Öğretim Elemanları Derneği İzmir Temsilcisi Prof. Dr. Kayhan Kantarlı, öğretim elemanlarının araştırmalarına sınırlamalar getirilmesine yönelik, "Bu durum üniversitenin bilimsel özerkliğine vurulmuş bir darbedir" dedi. 12 Haziran'da medyada yer alan haberlerde öğretim elemanlarının, yolluk almaksızın rektörün izni ile dışarda yapacağı araştırmalara sınırlama getirildiği yazıldı. Bu sınırlama konusuna değinmeden önce 2547 sayılı Kanunun ilgili hükmünü hatırlamak gerekiyor. İlgili hüküm şöyle: "Öğretim elemanlarının kurumlarından yolluk almaksızın yurt içinde ve dışında kongre, konferans, seminer ve benzeri bilimsel toplantılarla, bilim ve meslekleri ile ilgili diğer toplantılara katılmalarına, araştırma ve inceleme gezileri yapmalarına, araştırma ve incelemenin gerektirdiği yerde bulunmalarına, bir haftaya kadar dekan, enstitü ve yüksek okul müdürleri, onbeş güne kadar rektörler izin verebilir. Bu şekilde on beş günü aşan veya yolluk verilmesini gerektiren veya araştırma ve incelemenin gerektirdiği masrafların üniversite ile buna bağlı birimlerin bütçesinden veya döner sermaye gelirlerinden ödenmesi icabeden durumlarda, ilgili yönetim kurulunun kararı ve rektörün onayı gereklidir."

BAKANLIĞIN DENETİMİNDE İZİN

 
Tasarıda ise "Yükseköğretim Kurulunun, Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığının görüşünü alarak belirleyeceği öncelikli alanlarda araştırma yapmalarına" diye bir düzenleme eklendi. Bu yeni düzenlemenin yasalaşması halinde, öğretim elemanları her alanda değil sadece Bilim ve Teknoloji Bakanlığı'nın görüşlerini alarak belirleyeceği alanlarda, araştırma yapmak için dekan, yüksekokul müdürü veya rektörden  izin talep edecek. Eski hükümde yer alan "araştırmanın gerektirdiği yerde bulunmak" hükmü de  yasalaşırsa, öğretim elemanları artık araştırma yapmak için dışarıya çıkamayacak.

ÖZERKLİĞE BİR MÜDAHALEDİR

 
Tasarıdaki bu hükmü ve yasalaştırılmak istenen diğer hükümleri Benim İzmirim'de okurlarımıza tanıtacağımız Tüm Öğretim Elemanları Derneği'nin (TÜMOD) İzmir Temsilcisi Prof. Dr. Kayhan Kantarlı ile konuştuk. Kantarlı bu hükmün üniversite özerliğine ağır bir müdahale olduğuna vurgu yaparak şöyle dedi: "Üniversitelerde bilim adamları bir bilimsel gerçeği ortaya çıkarmak için araştırma yapar. Öğretim görevlilerine 'Araştırma yaptığın konuyu bırak, bu konuda araştırma yap' demek, üniversitenin bilimsel özerliğine vurulmuş bir darbedir. Zaten üniversitelerin özerkliğinin olmadığı böylesi ortamda bir de bu tasarıların yasalaşması içinden çıkılmaz durumlara yol açar. Bu, yıllardan bu yana üniversitelerin piyasalaştırılma girişimlerinin bir sonucudur. Bilimin sonuçlarının acilen kara dönüştürülmesi amaçlanıyor. Örneğin bir öğretim elemanı temel bilimlerde araştırma yapmak istiyorsa, bu projesine destek bulması zorlaşacak.

Temel bilimlerdeki araştırmalarından hemen sonuç alınmaz. Doğa yasaları aranır, bulunur. Bugün teknolojideki en büyük gelişim ve değişmeler, temel bilimlerdeki buluşlara bağlıdır. Bu buluşlara bakarsınız hemen ticarete dönüşmediği görülür. Dünyadaki bütün gelişmiş ülkelere baktığınızda, aynı zamanda temel bilim araştırmalarında en büyük buluşları yaptıkları fark edilir. Bizim bu aşamaya gelmemiz istenmiyor."

PİYASALAŞTIRMANIN YOLU

 
Prof. Dr. Kayhan Kantarlı,  Yükseköğretim Kurulu'ndaki genel gidişin tamamen piyasalaşmış, ticari bir üniversiteye yönelik olduğuna dikkat çekti. Basına yansıyan tasarılarda iş adamlarının hakim olduğu, en çok vergi veren, holding patronlarının yer aldığı konseylerin üniversiteleri yönetmesine yönelik gidişatın olduğuna değindi. Öğretim elemanlarının araştırmalarına getirilen sınırlamanın ve Bilim ve Teknoloji Bakanlığı'nın denetiminde olmasının da bu anlayışa hizmet ettiğine değinerek, "Kabul edilecek hiçbir tarafı yoktur. Bu tamamen neoliberal poltikalara, küresel sermayenin amaçlarına hizmet eden bir anlayıştır. Böyle bir dayatma karşısında akademik ve bilimsel anlayış ortadan kalkar" dedi.

Prof. Dr. Kayhan Kantarlı, bu tasarının üniversiteler kabul edilmemesi gerektiğine dikkat çekerek sözlerini şöyle sürdürdü: "Maalesef görüyorsunuz ki, ülkede bu kadar hukuksuzluk adaletsizlik, yasadışılık, yolsuzluk ve bilimde de intihal yani hırsızlık yapılıyorken, bir de böylesi baskı unsuru olan kısıtlamara ses çıkartılmaması, Türkiye için bir kara tablodur. Öğretim elemanlarının en başta bu duruma itiraz etmesi gerekir." TÜMOD olarak piyasa üniversiteciliğine karşı olduklarına vurgu yapan Prof. Dr. Kayhan Kantarlı, üniversite öğretim görevlilerinin ses çıkarması noktasında endişeleri olduğunu söyledi. Bu alanda dernek başkanlarının bu konuyu gündeme getirdiğini, ancak birlikte hareket etme noktasında kimsenin bulunamadığına dikkat çekerek, "Bu Türkiye'nin acı bir gerçeğidir" dedi.
 
ÜNİVERSİTE ARAZİLERİNİN SATIŞI


Prof. Dr. Kayhan Kantarlı, yine basına yansıyan haberlerden de edindiği bilgilerde üniversitelere kaynak yaratma gerekçesi ile kamu mallarının satışının da geçerli olduğunun da söz konusu olduğunu belirtti. Eğitim amacı ile tahsis edilen kampus arazilerinin, üniversitelerce satılmasının sakıncalı olduğunu söyledi. "Bu satış zaten yapılıyordu. Yasal olmayan durumlarla üniversiteyi güçlendirme vakfı gibi kurumlar aracılığıyla yapılıyordu. 40, 50 yıllığına kiralanarak yapılıyordu. Ancak bu şekilde yasalaşacak. Tasarıdaki bu hüküm de yasalarşırsa, kamu üniversiteye destek vermekten tamamen çekilecek. Kaynak yaratma tamamen sermayenin imkanlarına bırakılınca, üniversitelerde özgür bilim yapılması söz konusu olmaz."

BEYİN GÖÇÜNE NEDEN

 
Prof. Dr. Kayhan Kantarlı, İzmir ve Türkiye'de öğretim görevlilerinin kaynağını teşkil eden araştırmaların, iş güvencesinden yoksun, baskılara açık olmaması gerektiğini söyledi. Öğretim elemanlarının son derece düşük ücretlerle de çalıştırılmak istendiğini belirtti. Bunun kaliteyi düşürdüğüne vurgu yaptı. En önemlisi de özgür düşünceden yoksun olunmasının üniversitelerin geleceğine konulmuş bir ipotek olduğunu kaydederek, "Başta araştırma görevlileri ve uzmanlar olmak üzere, üniversite öğretim elemanlarının hak ettikleri standartlarda çalışmaları ve yaşamaları sağlanmalıdır" dedi. Prof. Dr. Kayhan Kantarlı, üniversitelerden mezun olmuş çok nitelikli, başarılı öğrencilerin bu yanlış, baskıcı, düşük ücretli, iş güvencesinden yoksun politikalar nedeniyle ülkeden ayrıldıklarını, beyin göçüne yol açtığına dikkat çekti.

KADROLAŞMANIN GÖSTERGESİ

Prof. Dr. Kayhan Kantarlı, üniversitelerde siyasi anlamda kadrolaşma ve kayırmacılığın olduğuna da vurgu yaparak sözlerini şöyle sonlandırdı: "Bu durum da üniversitelerin topluma yol gösterme misyonunu ortadan kaldırıyor. Zaten yolsuzluklar ülkeyi sarmışken, insanlar yıllarca adaletsiz bir şekilde sahte delillerle cezaevlerinde yer alırken üniversitelerin sesinin çıkmaması, bu kadrolaşmanın göstergesidir.

TÜMÖD'ÜN OLUŞUMU

Türkiye’deki üniversitelerde görevli çalışan ya da emekli olan öğretim üye ve yardımcılarının üye oldukları Tüm Öğretim Elemanları Derneği (TÜMOD), 1975 yılında Ankara’da kuruldu. Dernek, 1980 yılında Ankara Sıkıyönetim Komutanlığı’nın kararları doğrultusunda çalışmalarını, diğer pek çok dernek gibi durdurmak zorunda kaldı. 1982 yılında kapandı. Öğretim üye ve yardımcılarından bir grup yine merkezi Ankara belirleyerek ikinci derneği kurdu. 1975 tarihinde kurulan 1'inci TÜMÖD’ün devamı oldu. Şimdiki genel başkanı Prof. Dr. Recep Akdur'dur. 12 Eylül 1980 darbesinden sonra kurulan ilk demokratik kitle olan dernek, üniversite çalışanlarının da kurduğu ilk örgüttür. Derneğin öncelikleri arasında; üniversite kimliği, bilim insanı onuru, özgür düşünce, demokrasi ve ulusallık yer alıyor. Daima bilimin, aklın, özerkliğin, bilim özgürlüğünün, insan haklarının ve hukukun yanında olunmasını hedefliyor. Laik, demokrat ve Atatürkçü Düşünceyi ilke ediniyor. Kemalist ilke ve devrimlerin sonsuz savunucusu olunduğu belirtiliyor.
KAYHAN KANTARLI KİMDİR?

TÜMOD İzmir temsilcisi Prof. Dr. Kayhan Kantarlı, 1968 yılında öğrenci olarak girdiği Ege Üniversitesi'nde çalışmaya başlayarak son olarak 1988'de profesörlüğe kadar yükseldi. Uzmanlık alanı Yoğun Madde Fiziği ve  Fen Eğitimi'dir. Türk Fizik Derneği, Tüm Öğretim Elemanları Derneği, Eğitim-İş Sendikası, Ulusal Eğitim Derneği, Üniversite Konseyleri Derneği'ne derneğine üye olan Kantarlı, Ege Öğretim Elemanları Derneği  kurucu üyesidir. Ulusal ve uluslararası bilimsel dergilerde Yoğun Madde Fiziği ve  Fizik Eğitimi alanlarında yayınlanmış  makaleleleri, yurt içi ve yurt dışı bilim kongrelerinde sunulmuş sözlü bildirileri ve Popüler Bilim dergilerinde  yayınlanan  bilim ve bilim etiği konulu yazıları bulunmaktadır. 
 
Röportaj: Neslihan PERŞEMBE

7 Haziran 2014 Cumartesi

Bilim Ahlakından Sapmalar ve Toplumsal Etkileri

 
"Bilim Ahlakı'nın olmadığı bir toplumda, ne mesleki ne de siyasi etikten söz edilemez ve dolayısıyla o toplum her türlü  yasadışılık,  yolsuzluk,  adaletsizlik ve felakete  açıktır!
Tıpkı bu gün ülkemizin içinde bulunduğu durum gibi..."
·        
Bilim Ahlakından Sapmalar ve Toplumsal Etkileri
 
 >>>EGÖDER "BİLİM VE ETİK" Paneli'nden<<<
6 Haziran 2014 

ETİK VE AHLAK
Etik kavramı sözlüklerde,ahlaki değer ve zorunluluklar açısından doğru ve yanlış davranışlarla ilgili bilim dalı; ahlaki ilkeler ve değerler takımı ve bireyleri yada bir grubu yönetmedeki davranış ilkeleri olarak tanımlanmaktadır.
Ahlak ise,davranışlardaki doğruluk ilkeleriyle ilgili olan (etiksel);doğruluk ve dürüstlük;doğru davranışların  öğretilmesi; doğru davranış standardına uymakve davranış biçimleri eğitimi” diye tanımlanır

Merton Normları
 
Bilim insanları için kabul edilmiş evrensel davranış normları Evrenselcilik (universalism), Toplumculuk (communalizm), Tarafsızlık (disinterestedness), Organize Şüphecilik (organized skepticism) kavramlarına dayanır (R.K.Merton, 1942; http://iie.fing.edu.uy/ense/asign/hciencia/trabs2001/victor/docs/merton.html

         Evrenselcilik, bilimin ırk, renk, yada inançdan bağımsız olmasını gerektirir. Bilim esas olarak uluslararası olmalıdır.
Toplumculuk, bilimsel bilginin insanlığa maledilmesini gerektirir.Bu amaçla  araştırma sonuçları yayınlanmalıdır. Bilimcilerarasında bilimsel bilgi alışverişi özgürlüğü olmalı ve bilim adamı bilimsel yayınlarının güvenilirliği bakımından bilimsel otoritelere karşı sorumlu olmalıdır.
Tarafsızlık, araştırma sonuçlarının elde edilmesinde bilimsel yöntemlere uyulmasını ve bu şekilde elde edilen gerçek araştırma sonuçlarının  kişisel menfaat, ideoloji, yada amaca erişme aracı gibi düşüncelerle değiştirilip oynanmamasını, yani başka bir deyişle, sonuçların dürüst ve objektif olarak sunulmasını gerektirir
Organize şüphecilik, araştırma sonuç ve raporlarının otorite sözcüğü üzerinde kabul edilmemesini, fakat bilimcinin kendisine sorulacak sorulara karşı özgür olmasını ve herhangibir hükmün doğruluğunun gözlenen gerçeklerle yapılan karşılaştırmaya dayanmasını gerektirir. 



BİLİM AKADEMİSİ AKADEMİK LİYAKAT, ÖZGÜRLÜK VE DÜRÜSTLÜK BELGESİ 
 


Mükemmeliyet/Liyakat: Bilim insanları, bilimsel yöntemin en iyi şekilde kullanılmasına, araştırmaların bilinçli önyargılardan uzak şekilde en yüksek standartlarla yapılmasına ve değerlendirme ve ödüllendirmelerde en mükemmele ulaşmaya çalışarak sadece bilimsel liyakate göre karar verilmesine en yüksek özeni göstermelidirler.
Özgürlük: Bilim insanları doğru bilimsel yöntemlerle ulaştıkları sonuçları meslektaşlarına ve kamuoyuna duyurmakta özgürdürler. Bilimsel sonuçların yayılmasında, özgür fikir ve vicdanları ile kestirebildikleri ölçüde, kötü kullanımlara yol açmaktan kaçınmakla ve insanlığın yararına kullanılmasının bir an önce gerçekleşmesine çalışmakla sorumludurlar.
Dürüstlük: Bilim insanları, bulgularını ve yöntemlerini, açıklıkla, çarpıtmadan yayımlamalı, yararlandıkları tüm kaynakları ve alıntıları açık ve eksiksiz şekilde vermeli, kendilerinin ve başkalarının katkılarını ve sorumluluklarını titizlikle ve hakkaniyetle belirtmeli, çalışmaya katkısı olmayanları eser sahibi olarak göstermemelidirler. Bu genel ilkeler araştırma makaleleri, derlemeler, akademik yayınlar için olduğu kadar, ders kitapları, popüler yayınlar, telif veya çeviri, basılı, sözlü, görsel, internet vs. tüm ortamlardaki yayınlar için de geçerlidir.
Bilim insanları akademik ya da idarî konumlarını, unvanlarını, yetkilerini; öğrencileri, asistanları, meslektaşları, yöneticiler ve bilim camiası dışındaki kişilerle olan ilişkilerinde hiçbir şekilde kötüye kullanmamaya özen göstermelidirler. Hakemlik, jüri üyeliği gibi görevlerde değerlendirmeler sadece bilimsel ve akademik kriterlerle yapılmalıdır.
****
Buna göre, bilim etiğidenince “bilimi meslek olarak seçenlerin mesleki etkinlikleri sırasındaki tutum ve davranışlarında ortaya çıkan bilimsel dürüstlük sorunlarının ve getirilecek çözümlerin incelendiği disiplin ve bu bilim dalının ortaya koyduğu  ahlak ilkeleri” anlaşılmalıdır.

Kısacası,  bilim etiği, bilim insanları için uyulması gerekli bilimsel ahlak normlarıdır. Doğal olarak, bir bilim insanının bu ilkelere uymayan davranışları, bilimsel etiğinden/bilim ahlakından sapma”olarak değerlendirilmektedir 

BİLİM AHLAKI, YALNIZCA BİLİMİ MESLEK EDİNENLERİ, BİLİM   İNSANLARINI MI İLGİLENDİRİR?
 
Bu soruya hiç tereddütsüz olarak verilmesi geren yanıt (bence) şu 
olmalıdır:

HAYIR! BİLİM AHLAKI, BİLİMİN YOL GÖSTSERİCİLİĞİNDE YÖNETİLEN ÇAĞDAŞ BİR TOPLUMUN TÜM YAŞAM ALANLARINI KAPSAYAN BİR KAVRAMDIR !

Açıkçası BİLİM AHLAKI,her düzeydeki öğrenciler başta olmak üzere, bilimsel eğitime dayalı tüm meslek ve kamusal görev alanlarını  içine alır.

(Cumhurbaşkanı, Başbakan, Bakan, Milletvekili, Siyasi Parti Başkanı, Dernek/Oda/Sendika Başkanı, Savcı; Yargıç, Genel Müdür, Rektör,  Serbest yada kamuda görevli Hekim, Mühendis, Öğretmen, Müfettiş, Bilirkişi, .......)

Bu genel kapsam söz konusu olduğunda Bilim Etiği yerine “MESLEKİ ETİK”, ve söz konusu olan siyasetse “SİYASİ ETİK’den söz edilir. Mesleki ve siyasi faaliyetler özünde toplumsal/kamusal görevleri kapsadığından mesleki ve siyasi etik kavramlarını KAMUSAL ETİK diyebileceğimiz tek bir kavramda birleştirebiliriz. Buna göre sorumuzun yanıtına dönersek;


KAMUSAL ETİĞİN TEMELİ BİLİM AHLAKI/AKADEMİK ETİK’DİR.

BİLİM AHLAKININ OLMADIĞI YERDE KAMUSAL ETİK’DEN YANİ GÖREV AHLAKINDAN DA SÖZ EDİLEMEZ.

·  * Bir ülkenin üniversitelerinde bilim ahlakının yerini aşırmacılık, uydurmacılık, sahtecililik, yalancılık... almışsa, o üniversitelerin yetişdirdiği mühendis, hekim, öğretmen, avukat, yargıç, gazeteci...’denmeslek etiğine sadık kalması, dürüstlükten sapmaması, ya da bunlarınmezunları arasından çıkan rektör, dekan,... milletvekili, bakan...başbakan’ın kamusalgörev ahlakı ve siyasi etiğe saygı göstermesi beklenebilir mi?.
·            
         Örneğin son yaşadığımız facia, Soma Maden Faciası’na bakalım.

*   * Bu olayda ön planda olan meslek grubu ya Çalışma Bakanlığı müfetttişi ya da Patron’dan maaş alan ve gaz maskelerinden sensörlere ve alarm tertibatına ve hergün risk raporu yazmaya kadar sorumlulukları bulunan Maden Mühendisleri’dir. Bu mühendislerin ne olay öncesi  ne de olay günü görev ahlakı’nın /kamusal etikğin gererklerine uyduklarını  söyleyebiliyormıuz ?

   * Çalışma Bakanlığı Müfettişlerinin maden de çeşitli aralıklarka -olası ki ocağa bile inmeden-yaptığı denetimlerde “tehlike yok, asayiş berkemal” raporları yazarken, İşyeri sorumlusu maden mühendislerinin ise olaydan bir kaç saat önce yükselen-alçalan CO oranlarını dikkate almayıp üretime devam kararı verirken sahip oldukları meslek /kamusal etik anlayışını düşünün;
·      
*    * Felaketten sonra sorumlu bakanlık adına madende delil tespiti yapıp kaza raporu düzenleyen Çalışma Bakanlığı Başmüfettişi ile Savcılığın sorumluları bulup adalete teslim etmek için kurduğu bilirkişi heyetinde görev kabul eden maden mühendisi eşinin, İşçilerin güvenlik ve emeğini savunmayan sendikacının kamusal görev ahlakını düşünün, 

   * Katliamda görevi ihmal sorumluluğu bulunduğu tartışmasız olan Bakanların istifa etmek yerine göreve devam etmesindeki siyasi etik anlaşışnı düşünün.

·      * Ülkeyi ayağa kaldıran yolsuzluk dosyalarında, hatırlı bazı siyasi kişilerin doğal sit alanı Urla Zeytineli koyda inşa ettikleri vilları yıkılmaktan kurtarmaya ya da boğaz manzaralı Tarabya Korusu'nun sit derecesini değeşitirebilmek için bir yıl  gerektiren (ekolojik temelli) bilimsel araştırma raporunu bir ayda masa başında, sahte veriler üretek yazan öğretim üyelerinin ve bunlardan hesap sorduğu duyulmayan Rektör ve YÖK Başkanı’nnı bilimsel ve de  kamusal görev ahlakını anlayışını düşünün...

·         * Yolsuzluk dosyalarını, savcılık fezlekelerini geçersiz kılmak ve üstünü örtmek için yargı da ve emniyet teşkilatında operasyonlar yapan, hesap sorulmasını önlemeye yönelik yasalar çıkaran kamu görevlileri ve yasama ve yürütme organları mensuplarının kamusal/siyasi etik enlayışını düşünün....

·   Açıkçası, bilim etiğinin/ ahlakının olmadığı yerde diğer mesleki/kurumsal/kamusal etiklerin hiç biri yoktur ve dolayısıyla o toplum her türlü adaletsizlik, yasadışılık,  yolsuzluk ve felakete  açıktır! Tıpkı bu gün ülkemizin içinde bulunduğu durum gibi...


K.Kantarlı /Haziran 2014